13 Mart 2014 Perşembe

Ansızın

Nereye aitiz? Neresi bizim toprağımız? Kimiz, kimleriz biz?
Çok güldük bu akşam birbirimizin neleri olduğumuzu düşünmeden. Ne önemi vardı ki zaten; insandık buradaydık, çıplak kaldık, sadece duygularımız düşüncelerimiz vardı. Koyduk masaya, güldük güldük... Niye güldük? Belki de ağlamak istediğimizden güldük bu kadar çok. Zaten yoktu ya hayat, bir de dün sabahtan beri kalbimizi yakan acı eklendi üstüne. Ah be çocuk, uyanacaktın sen. Hem kim demiş ki sen yoksun artık. O güzel ağabeylerin ile yüreğimizin en güzel yerindesin sen de... Ve çocuk ne zaman


Hayat kısa
Kuşlar uçuyor.
                                             Cemal Süreya

dizeleri gelse aklıma senin o kapkara kaşlarını hatırlayacağım. Özgürlüğe kanat çırpan bir martı gibi; çocukların resimlerinde çizdiği, hayallerine uçan kuşlar gibi...
Bundandır belki de, dünyanın bu kadar kötü bir yer olduğunu hatırlamamak için, hayatımızdaki olmayanları unutmak için güldük bu kadar. Niye güldük? Bilmiyoruz gerçekten ama; güldük sadece güldük. Eskiden olduğu gibi. Sabahları karşıladığımız, o bitmek bilmeyen gecelerde olduğu gibi... Bütün gece sabaha kadar oturup, gecenin bir köründe sucuk partileri yaptığımız zamanlardaki gibi güldük. Hiç de pişman olmadık bu gece gece sucuk partilerinden. Çünkü sadece karnımızı doyurmuyorduk aslında duygularımızı da doyuruyorduk. Bir şeylerden huzursuzduk ya belki de yemek dürtüsü ile bu huzursuzluğun farkına varmamak için yiyorduk. Farkında olup, farkında değilmiş gibi yapmak için...
Çok uzun zaman öncesindendi bu gece. Bu sefer belki gün dönümünü karşılamadık ya da sucuk partisi yapmadık ama gece yine o eski gecelerden idi. Sohbet aynı o gecelerdeki gibiydi çünkü. Saçmalar aynıydı çünkü, yerli yersiz herşeye gülmeler aynıydı (yerli yersiz ağlayamayışımızdan, en azından yalnız değilken), olaylara, olanlara, anlara aynı tepki verişlerimizin yine olmasından... Evet uzun bir aradan sonra yine o gecelerdendi. Ne değişmişti hayatlarımızda? Yine aynı huzursuz bizdik; yine yanlış saksıda büyüyen, hiçbir yere ait olmayan çiçekler gibi hisseden bizdik. Ondan çok güldük bu kadar. Ağlamadığımızdan... Bugün sucuk yapmadık ama boşta durmadık. Türk kahveleri yaptık, benim son zamanlarda yaptığım bir alışkanlık, sigara tüttürdük. Fal baktık. Ne nazar varmış bende canım. Esnemekten yoruldu falıma bakarken. Fal da ne garip ama, duymak istediklerimiz midir falımızda çıkanlar yoksa duyduklarımız karşındakinin bizim hakkımızda düşündükleri midir? Belkide bizim için olmasını istedikleri...
Bozkırın ortasında yabancıydık olduğumuz şehirden. Belki kimsenin anlamadığı, bulunduğumuz şehre çok yabancı oluşumuza güldük. Sahi neyi idik birbirimizin? Kimleriydik? Kim karar veriyordu buna? Kim belirliyordu? Sınırlar nerede başlayıp nerede bitiyordu? Mesafe neydi? İki insanın bu kadar mutlu olarak (ki aslında çok mutsuzken) katıla katıla gülmesi hangi mesafeleri aşardı? Belki de yapmalı arada böyle... Nerede yada kimle olduğuna bakmadan, birbirinin neyi olduğunu düşünmeden birlikte bu kadar çok gülmeli bazen. Hani acıları üzüntüleri paylaşamıyoruz ya bu ülkede ve aslında eninde sonunda yalnızız ya, o yüzden en azından birileri ile birlikte yerli yersiz gülmeli. Neye yada niye olduğu önemli değil. Sadece hala gülebiliyor iken ve hayatın aslında gülüp geçilecek kadar acıklı ve önemsiz olduğunu hala unutmamışken...

Gülmek için mutlu olmayı beklemeyin belki de gülmeden ölürsünüz.
Victor Hugo