10 Mayıs 2015 Pazar

VARUNA*

Hiç hayatınızı, bütün yaptıklarınızı sorguladığınız oldu mu?
Benim çok oldu...
Hem de ta küçücük bir çocuk olduğumdan beri... (sahi gerçekten çocuk oldum mu ben?)
Çok sorular sordum. Çok cevaplar aradım. Bulamadım hiçbir seferinde de... Belki de aradığım bir cevap değildi, belki dem ondan bu kadar aklım karıştı. Peki ya cevap bulsam ne olacaktı, ne değişecekti hayatımda? Al bir soru daha!.. İnsan niye bu kadar soru sorar ki... Niye sorgulayıp duruyorum, niye bu kadar huzursuzum. Sadece ben miyim bu kadar şüpheci? Keşke bilsem ki hayatta başkaları da var sorular soran. Yarını merak eden, dünden anlam çıkarmaya çalışan... Peki bugün ne oluyor? Arada onu mu kaçırıyorum? Ondan mı bu kadar mutsuzum? Halbuki önümdeki 18 sene ne olacağını bildiğim bir yola girdim ve bir o kadar da ne olacağını bilmediğim, tamamen karanlık, sadece güzel olacağını hayal ettiğim, başka bir ülkede, başka insanlar arasında, beni bekleyenleri kestiremediğim bir yola... Gerçekten öyle mi olacak ondan bile emin olamıyorum. Niye bu kadar karışık ki aklım? Ne kadar korkmuş olsam da bir o kadar hayallerime en yakın olan yerdeyim.
Evet!
Korkuyorum!
Doğru cevap bu sanki. Bir cevap olmasa da en azından içimde olan bitene dair bir tahmin... Korkmak ne güzel, korkmak ne kadar korkunç, korkmak ne kadar kafa karıştırıcı, korkmak sadece hep istediğin bir gelecekten korkmak; evet korkmak muazzam bir duygu.
İnsan en çok hangi duyguyu yaşar ki?.. En çok sever mi yoksa korkar mı yoksa heyecanlanır mı yoksa nefret mi eder? Ya da hepsini aynı anda yaşar mı? Beyin ne kadar sorsa da kalbin o kadar korkar mı ya da kalp istedikçe beyin kaçar mı? Hangisi galip gelecek?
Sahi ya yeni bir ülke var önümde, gelecek 6-7 yılımı geçireceğim. Yeni insanlar var tanışacağım, yeni duygular var yaşayacağım ve aynı duyguları yeniden yaşayacağım ama bu kez başka bir ülke de başka insanlar arasında...
Herkes gideceğinden ve gideceğimden bu kadar eminken niye bir tek ben her şeye bu kadar şüpheyle yaklaşıyorum. Gitmek istemediğimden değil aksine en çok da gitmek isteğimden. Belki de o yüzden bu kadar korkuyorum.
Gidememekten.
Evet gidememekten korkuyorum. Hayatı boyunca hep gitmek istemiş ona bu kadar yaklaşmışken buna da bir şeylerin engel olmasından ve gidememekten korkuyorum.
Hep gitmek istedim, çok sevdiğim insanları arkamda bırakmak istedim. Onları çok severken onlardan sıkılmak... Bunları duymak belki de beni yargılamanıza neden olabilir ama; insan kendi yaşadığını bilir bu hayatta ve seyirci olduklarımızı hiç bir zaman anlamayız, sadece hissettiklerimizi biliriz tam olarak. Hep de başkalarını, onların hayatları, yaşadıklarını anladığımızı söyleriz; anlamasak da çoğunlukla anlamış gibi yapmayı yeğleriz. Böyle yaptığımızda daha iyi insanlar olduğumuzu düşünürüz çünkü... Ben ailemi çok severken en çok onlardan kaçmak istedim. Şimdi ise onlardan birini kaybetmiş bir insan olarak en çok onu düşünüyorum. Bu aralar aklımda hep o var. Konuşamadıklarımız var. Daha yarım kalan bir sürü şey var. Ah baba, niye bu kadar az konuşurdun ki, niye bu kadar az konuştuk ki!.. Biliyorum beni çok seviyordun, ben de seni çok seviyordum ve hala seviyorum. Ama yetmedi işte... İçimde hala bir yerlerde dolduramadığım boşluk var. Cevaplara ihtiyacım var. Daha soracağım o kadar çok soru ve vereceğin o kadar cevap vardı ki... Niye mesela, niye bu kadar geç yaşta bir çocuk daha yaptın mesela? Bunu sormayı çok isterdim. Bak ben daha otuzuma gelmeden seni kaybettim. Bu gelmiş miydi mesela aklına? Bir sene olacak bir kaç gün içerisinde sen gideli ve ben otuzuna 2 kalmış bir insan olarak daha çok kırkına 2 kalmış bir insan gibiyim. Eminim siz de istemezdiniz daha 9 yaşında bir çocukken çocuk olmayı bırakıp annesinin babasının hastalıklarıyla uğraşan bir çocuk olmamı; tabi artık çocuk değildim o zamandan sonra... Mesela o yaşta annem hastalanıp aylarca hastaneye yatmaya başladıktan sonra bir daha sokağa çıkıp top oynamadım. Mesela ben o zamandan beri bir daha arkadaşlarımla aynı yaşta olmadım. Annem hastaydı hep... Benim yapmam gereken daha önemli şeyler vardı HEP... Dışarı da boşa harcayacak vaktim yoktu zira derslerim vardı aksatmamam gereken çünkü yaşadıklarım onları aksatmak için bir bahane olamazdı di mi? Zaten hep başarılı oldum ama bu da sıradan bir şeydi. Takdir edilmedim bunun için. Belki başkalarına benle gurur duyduğu anlatıyordun belki onlara beni methediyordun kim bilir... Ama benim bundan çok, bunları yüzüme söylemene ihtiyacım vardı. Diyorum ya keşke bu kadar susmasaydın, keşke daha çok konuşsaydık. Bir çocuğun düşünmemesi gereken şeyleri düşünmeliydim evle, onun işleyişi, onun işleri ile ilgili çünkü. Zamanım hep bunlarla geçti... Tam genç bir birey olmuş annem biraz iyileşmişken bu kez senin hastalıkların baş gösterdi. Sakın şikayet ediyorum zannetme. Kesinlikle sizle bu kadar ilgili olduğum ve bütün hastalıklarda yanınızdaki ilk insan ben olduğum için o kadar mutluyum ki aksi olsa şimdikinden daha mutsuz bir insan olurdum. Benim merak ettiğim şey başka... Bilmiyorum nasıl söylesem?.. Bence sen öyle bir yerdesin ki artık konuşmasak da (tıpkı eskisi gibi) sen benim dedikleri anlıyorsun. Ama bu yine de işe yaramıyor çünkü ben seni duyamıyorum ki cevaplarını duyamıyorum ki... Daha 9 yaşındayken büyüdüm ben, daha 9 yaşındayken yetişkindim. Arkadaşlarımın en büyük endişesi "saklambaç"ta en iyi yere saklanmak, "dokuz aylık" oynarken kaleci olmamak, "seksek" oynarken çizgiye basmamak iken; ben okuldan gelip bir an önce hastaneye gidecek çamaşırları yıkamanın, onları kurutmanın ve sen akşam hastaneden annemin yanından geldiğinde akşam yemeğini hazırlamış olmanın telaşındaydım. İşte tam bu yüzden hiç büyümedi bir yanım. Bir yanım yaşayamadığı o çocuklukta kaldı hep. O yüzden bu kadar içten kahkahalar atıyorum, o yüzden televizyondaki reklamdaki bir sahneye bile duygulanıp ağlayabiliyorum. O yüzden bu kadar korkuyorum her şeyden, her şeyi bir anda kaybetmekten tıpkı sizi çok erken kaybetmekten korktuğum gibi. Evet hep bu fikre alıştırdım kendimi; yaşıtlarımın sahip olduğundan çok daha büyük bir anne babaya sahiptim. O yüzden biliyordum erken yaşta kaybedecektim sizi. Belki de bu yüzden bu kadar çok uzaklaşmak istedim sizden...
Neyse...
Nasıl geldim ben buraya?..
Aslında aklımda olan yazmak istediklerim çok başkaydı.
Niye bu kadar çok sorular sorduğumu bulmaya çalışıyordum. Niye bu kadar çok korktuğumu... Ama hep umudum vardı. Bir gün gidecektim ben hem de öyle az bir zaman için de değil. İşte şimdi tam istediğim yerdeyim. Uzunca yıllar olmayacağım burada. Belki de hiç dönmem. Sahi hiç dönmesem keşke. En çok korktuğum da sanırsam sonunda buraya dönmek zorunda kalmak. İstemiyorum, en azından şimdilik istemiyorum.
Dönmek...
İstemiyorum...
Korkuyorum dönmekten...
Tıpkı şimdi gitmekten korktuğum gibi... Gitmekten korkuyorum çünkü işlerin umduğum gibi gitmemesinden ve geri dönmek zorunda kalmaktan korkuyorum. Ama umudum var hala. Bunca olumsuzluk yaşamışken kariyerime dair, şimdi hayat bana en çok istediğim şeyi önüme bırakıp kaçtı. Burada yıllardır uğraşıp bir çok engelden dolayı elde edemediğim akademisyenliği yurt dışında yaşama şansı verdi. Hep de istediğim gibi gerçekten bilim yapabileceğim bir akademik kariyer; ama korkuyorum işte hayatta kendi payıma düşen sorumlulukları en iyi şekilde yerine getirip başarılı olmuşken bu ülkede yaşamanın hepimizin payına düşen gerçekliği yüzünden başarısız sayılmaktan dolayı güzel bir gelecekten de korkuyorum.
KORKUYORUM!
UMUTLUYUM!
KORKUYORUM VE UMUTLUYUM!
korkuyorum ve umutluyum, korkuyorum çünkü umutluyum, umutluyum çünkü korkuyorum...

"Bir yandan korkun bir yandan umudun varsa iki kanatlı olursun; tek kanatla uçulmaz zaten"

demiş ya Mevlana, UÇMAK için hem korkuyorum hem de umut ediyorum.

Hiç yorum yok: