14 Ocak 2014 Salı

Bi dünya dert

Yalnızlık...
Yalnızız aslında. Elini tutuğumuz ya da elimizi tutan biri olsa da olmasa da yalnızız. Başka türlü bir yalnızlık bu... Gece çöktüğünde, koca şehir şehir sus pus olduğunda ve uyku yine bizim kıyılarımıza uğramadığında; düşüncelerimizde, olanlarda, olmayanlarda, pişmanlıklarımızda yalnızız ya da yalnızım. Kendini anlatamamanın yalnızlığı bu. Bu kadar iç içe yaşarken, aslında biraz da yalnız kalmak istemenin yalnızlığı bu...
Son bir kaç yıldır olduğu gibi yine üst üste geldi. Ne kadar doğru yapsam da sonucun hep kötü olması alışkanlık oldu. Bunu anlatamamak en yakınlarına bile, işte en çokta bu insanı sarılmak duygusuna yaklaştırıyor. Öyle tanımadığın birine, sadece içimden geçenleri söylesem sonra sarılsam ve sonra desem ki bak ben sana içimden gelen, tutmadığım, engel olmadığım herşeyi söyledim; şimdi sen de bir başkasına söyle içindekileri o da bir başkasına... sonra anakaranın sokaklarına söyleyelim içimizdekileri hep beraber, dolaşsınlar anakaranın sokaklarında. kızılaya gitsinler oradan karanfile uğrasınlar sonra yukarı doğru çıksınlar besterkardı, tunus caddesiydi derken kuğulu parka ulaşsınlar. oradan süzülsünler taa egeye kadar. denize dalsınlar kıyıdan sonra okyanusa karışsınlar ve bütün kıtalara yayılsınlar, herkes söylesin, daha çok söylesin, kimse tutmasın içinde... sonra biz uzaya çıksak baksak dünyaya, o kocaman dünyaya! uzaydan bakınca sadece bir toplu iğne başı kadar dünya, bütün dertleriyle tasalarıyla bir toplu iğne başı kadar. Peki gerçekten bu kadar küçücük olur mu bizi üzen şeyler, bir iğnenin ucu kadar mıdır? Eğer öyleyse niye bu kadar acıtıyor, üzüyor insanı; niye bu kadar az söyleyip az yazıyoruz. Halbuki tam da bunun için yazmak istemiştim. Yazdıkça beni üzen ne varsa içimdeki fezada kaybolsun diye...
Artık sormuyorum güzel olacak mı diye. Anladım ki ne kadar uğraşsam ne kadar çaba harcasam da hayatın benim için o kadar farklı planı var. İçimden geçenleri kaldırıp koyuyorum masaya, sığmıyor taşıyor odadan sokağa. Her ne kadar şehrin ışığından yıldızlar belli olmasa da ayın ışığı yol gösteriyor onlara. Kainata doğru yol alıyorlar. Uzaydan bakacaklar dünyaya, dünyadakilere, gerçekten bir toplu iğne başı kadar mı diye!..


Masa Da Masaymış Ha

adam yaşam sevinci içinde
masaya anahtarlarını koydu
bakır kaseye çiçekleri koydu
sütünü yumurtasını koydu
pencereden gelen ışığı koydu
bisiklet sesini çıkrık sesini
ekmeğin havanın yumuşaklığını koydu
adam masaya
aklında olup bitenleri koydu
bir bira içmek istiyordu kaç gündür
masaya biranın dökülüşünü koydu
uykusunu koydu uyanıklığını koydu
tokluğunu açlığını koydu

masa da masaymış ha
bana mısın demedi bu kadar yüke
bir iki sallandı durdu
adam ha babam koyuyordu

Edip Cansever

3 Ocak 2014 Cuma

Elde ne vardı?..

Çok kırgınım...
Çok kızgınım...
Çok öfkeliyim...
Çok üzgünüm...
Bir kez daha ve bir kez daha yine aynı sonuç... Hep hayat bizden çalıyor. Her gün yeni bir oyunu ve yeni bir düş kırıklığıyla çıkıyor karşımıza.
O kadar çok şey var ki söylemek istediğim, hepsi boğazımda düğümleniyor ve hiçbirini söyleyemiyorum!..

Ben daha fazla böyle devam etmek istemiyorum.

2 Ocak 2014 Perşembe

Anakara'da sabaha karşı

Yemek yemek!

Yemek yemek insanı mutlu eder mi?.. Ya da unutturur mu bazı şeyleri. Ben çoğunlukla bu iki amaç için yemek yerim. Biyolojik önemi daha sonra gelir benim için. Ama işe yarayıp yaramadığından emin değilim. Yine unutmak için buzdolabının karşısına geçtim. Dünden kalan yılbaşı pastası hemen gözüme ilişti. Hani yeni bir yıla girdik ya dün, yeni yılın pastası. Sizde de böyle adetler var mıdır? Her yılbaşında olmasa bile yılbaşı akşamlarının çoğunda bir yılbaşı pastası keseriz. Tam yeni yılına girerken, saat tam 12.00'de... Yeni yıla girmek için geri sayım başladığında ondan geriye doğru sayar ve hep birlikte pastanın mumlarını üfleriz. Niye böyle bir şey yaparız bilmem. O mumlarla birlikte eski yıldan gelen acılar, üzüntüler, umutsuzluklar, düş kırıklıkları da sönüp gider mi bilmem. Ama ben bunları dilerim içimden. Yeni yılın yeni acılar, yeni umutsuzluklar, yeni üzüntüler getireceğini bilmeme rağmen yine de bu umutlarla üflerim o mumları...



ve güneş doğarken hiç umut yok mu
umut umut umut... umut insanda.

                                     Nazım Hikmet


Pastayı da limonlu diye almıştım ama o da klasik çikolatalı pasta çıktı. Çok severim limonlu yaş pastayı ama bulması biraz zor. Çocukluğumdan gelen bir tat, eski bir tanışıklığımız var yani. Her insan gibi ben de çocukluğumu hatırlatacak şeyler arıyorum. Neyse... O kadar çok unutacak şey vardı ki tekrar geçtim buzdolabının karşına. Yine dünden kalan bomonti bira gözüme ilişti ve yanına da yarısı dün yenmiş patates cipsi... Bomonti biranın bu kadar nostaljik olmasından mıdır nedir, diğer biralara nazaran bana daha sempatik gelir. Gerçi ilk üretilen bomontiyle arasında pek alakası olmasa da yine de bomontiyi daha çok severim. Bir de bunların üstüne bir toblerone patlattım. Unutmak içindi hepsi ama daha çok hatırladım. Kendimi daha çok dinledim ve sonuçta daha çok kilo aldım. Olsun sizin ve unutmak isteyenlerin şerefine kaldırdım kadehimi ve daha çok uykusuz geceye...

Gün dönümleri yeni umutlar getirsin hepimize!



God on high
Hear my prayer
In my need
You have always been there